Schopenhauer ve Aristoteles (+ "Hareketler Üzerine" Eseri)
Panteizm: Tanrının her yerde ve her şeyde olduğunu, Tanrının içkin olduğunu savunur.
Schopenhauer ve Din
Schopenhauer, özellikle panteizmin hiçbir etiğe sahip olmadığını iddia eder.
İnsan sorgulamaya değil inanmaya, özgürlüğe değil de otoriter bir varlığa eğilim gösterir. İşte bu yüzden Schopenhauer'e göre din aslında "halk metafiziği"dir. Dinin ortaya koyduğu fenomenler kesinlikle hakikat değildir, bunlar sadece alegorik yorumlarla anlaşılabilir. Dini alegorik tarzın dışında yorumlamaya kalkışmak ve dinin olgularından hakikatmişçesine bahsetmek saçmadır.
-> Die religionen sind zwischen Optimismus und Pesimismus. Nur ethik ist entscheidend, nicht dogmen.
Dinin asli unsurları: mitler ve sembollerdir. Schopenhauer'e göre bu ikisi dinin özünü oluşturmaktadır. Rasyonelciler ve doğaüstücüler bu iki kavramı önemsemezler fakat bu ikisi din için en önemli kavramlardır.
(Günümüzdeki doğaüstücülerin tarot kartlarından ve aşk ritüellerinden başka şeyleri önemsediğini sanmıyorum. Aynı şey eski zamanlarda yaşayan şiromanistler için de geçerli.)
Din ve felsefe tamamen zıt kavramlardır, tek hakikat felsefedir, eğer dinde bir hakikat varsa bu tesadüfidir ve bu hakikat insanlar tarafından fantezi dolu yalanlarla örtülmüş durumdadır. Felsefe ve dinin tamamen zıt olmasının sebebi dinin eleştirisel olmamasıdır.
"Hakikat halkın önünde çıplak olarak ortaya çıkmaz."
"[Din] insanı ölümünde bile [yalnız] bırakmaz, hatta bu durumda etkisini daha da katlar."
Belirttiğimiz gibi insan, inanmaya ve otoriter bir varlığa ihtiyaç duyar. Din, insan inanmaya devam ettikçe kişinin tüm hatalarına rağmen yanında olan tek şeydir. Bu nedenle dini mazur görebiliriz. Bireylere küçük yaşlardan itibaren anlatılan din ve dinin dogmatik olayları bireylere empoze edilir. Bu bireyler gün geçtikçe dini benimsemeye, öğretilerine daha fazla ihtiyaç duymaya ve bunun sonucunda da diğer dinlerin dogmalarını sömürmeye başlarlar, bu eylem onlar için oldukça tatmin edicidir. Schopenhauer'e göre insan beyni böyle bir manipülasyona müsaittir.
"Din tıpkı, kör birinin elinden tutan ve onu götüren bir kimseye benzer. Kör olan kimse, kendi göremediğinden onun tek amacı hedefine ulaşmaktır, her şeyi görmek değil."
Ben bu cümleyi Pascal'ın bahis argümanı ile ilişkilendiriyorum.
Bahis argümanı kısaca şudur: Tanrı vardır veya yoktur, fakat Tanrının varlığını akıl ile bilmek imkansızdır. Eğer Tanrı varsa ve ben buna inanıyorsam sonsuz mutluluk sahibi olurum, eğer Tanrı yoksa hiçbir şey kaybetmem. Bu durumda kişinin, Tanrının varlığının lehine olması gerekir. Bu tercih pratik/pragmatik açıdan gayet tutarlı bir tercihtir. Tabii ki ahlaki açıdan ne kadar doğru olduğu büyük bir tartışma konusudur.
Aristoteles, bu eserinde canlıların hareketlerini, hareket etmenin ortak nedenini ve asıl hareket ettiricinin akineton (sabit, hareket ettirilmeyen) olduğunu anlatmıştır.
"Hayvanlara ait parçalardan birisi hareket ederse mutlaka bir diğeri hareketsiz kalmak zorunda olacaktır. Zaten hayvanların eklemlere sahip olma nedeni de budur. Hayvanlar, eklemlerini bir merkez gibi kullanırlar. Eklemi kapsayan bölüm, eklem sayesinde potansiyel ve fiili olarak değişmek suretiyle bir ya da iki bölümülü ya da düz veya eğilimli hale gelebilir. Eklemdeki ilgili kısım büküldüğünde ya da hareket ettirildiğinde, yine eklemde bağlantı görevini taşıyan bir başka nokta hareketsiz kalır. Hangi durum geçerli olursa olsun aşağıdaki parça hareket halinde olmasına karşın hareketin başladığı ilke, kendisi bir ilke olduğundan dolayı değişimin dışında kalacaktır." ("698 A" ve "698 B" Fragmentleri)
"Bu durumda şöyle bir soru akla gelebilir: Eğer bir şey tüm evreni hareket ettirebiliyorsa bu mutlaka akinaton olmalı mıdır? Ya da bu şey evrenin bir parçasını olmalı ya da evrenin içinde mi yer almalıdır? Çünkü eğer evreni hareket ettirenin kendisi hareket ettirilmiş olarak evreni harekete geçiriyorsa, bu hareketlenmeyi sağlamak için mutlaka akineton olarak bir şeye yaslanması gerekir. Ayrıca bu da hareket ettirenin bir parçasını oluşturmamalıdır. Eğer harekete neden olan şey ilk akinetondan kaynaklanıyorsa o yine de hareket ettirilenin bir parçası olmayacaktır. İşte bu nedenle kürenin dairesel hareketinde hiçbir parçasının durağan kalmadığını söyleyenler haklıdırlar. Çünkü tersi gerçek olsaydı ya bütünsel olarak durağan olmak zorunda olacaktı ya da kürenin devamlılığı bozulacaktı." ("699 B" Fragmenti)
Bu alıntıda bahsedilen "ilk akineton" Tanrıdır. Eğer tüm evren hareket halindeyse, bu evrenin yaslanması gereken bir akineton vardır...
"Öte yandan sadece yer değiştirerek hareket eden bir şeyin kendisinde sabit olan bir şey olmalı mıdır, yoksa kendisinin gelişmesine ve büyümesine neden olan şey için de aynı zorunluluk var mıdır? İlksel oluş ya da yokoluş problemi bambaşka bir şeydir. Bizim de söylediğimiz üzere, eğer bir ilksel hareket söz konusu ise bu, oluş ve yokoluş nedeni olduğu gibi, aynı zamanda diğer tüm hareketlerin de nedeni olabilir. Evrende olduğu gibi kendisini gerçekleştirmiş olan varlıkta da aynı şey geçerlidir. Bu nedenle varlığın kendisinde meydana gelen bir gelişme, aslında değişmenin nedenidir. Ancak bunun tam tersini doğru olduğunu kabul edersek, yani ilksel hareket yoksa, bir şeyin sabit kalma zorunluluğu diye bir şey söz konusu olamaz. İşte bundan ötürü hareket ettiren şeyin hareket ettirilenden önce var olması zorunluluğu vardır." ("700 B" Fragmenti)
Kısacası: Evrenin yaslanması gereken Tanrı "ilk akinetondur" demiştik. Tüm hareketlerin nedeni olan Tanrı, evrende gelişmeler meydana getirir, gelişmeler aslında değişmenin nedenidir. Eğer bir Tanrı varsa, evrenle eş değildir, evrenden eskidir. Böylece Panteizmi reddetmiş olduk.
"İhtiyacımı gidermem gerekir, o halde elbise yapmak zorundayım. Burada, elbise yapmam gerektiği sonucu bir eylemdir. İnsan bu noktada bir ilkeye göre hareket eder."
("701 B" Fragmenti)
Yani, evren ve insanların yaratılışı bir amaç uğrunadır. Fakat evren ve insanların yaratılması amaç değil sonuçtur. Yine de, sonuç amaca yöneliktir. Başka bir deyişle, sonuç amaçla bağlantılıdır.
👏🏻👏🏻👏🏻
YanıtlaSil