HERKES KENDİ İŞİNE BAKSIN!
Zamanında size yere göğe sığdıramadığı methiyeler dizenler vardı ya, işte o zavallılar, paranın kokusunu alır almaz arkasına bile bakmadan kaçtılar.
Hayranlık mı? Hadi oradan.
Şimdi, eskiden selam bile vermeye tenezzül etmeyecekleri tiplerin peşinden kuyruk gibi sürükleniyorlar.
Para her şeyi satın alır, kardeşim: Karakterini, omurganı, o sözümona onur dedikleri süslü saçmalığı bile.
Bir kere burnuna o sikke kokusu geldi mi, dünyanın en pespaye hâlini bile şeref madalyası gibi taşırsın göğsünde.
Sabah beşte kalkıp buz gibi suyun altına girsen ne olur?
Hayallerinde paraya koşarsın, gerçekte ise cebinde beş kuruşsuz, elinde yalnızca avuç içlerini ovuşturursun.
Kendine bulduğun tek şey, biraz daha eskimiş umutların ve biraz daha büyümüş açlığın olur.
Sana büyük hayaller vaat eden o sabah ritüelleri var ya, hepsi palavra.
İstersen kafanı buz dolu bir kovaya sok, yine de bulamayacaksın.
Parayı değil, kaybolduğun yerin haritasını bile bulamazsın.
Çünkü sen hala insanlığa, dostluğa, hayranlığa falan inanıyorsun...
Oysa bu bataklıkta tek geçerli dil: menfaat.
Daha önceki metinlerimden birinde şunu yazmıştım:
"Romantik duygularımızı istismar eden din adamları gibi genel müdürler de paramızı istismar ediyor."
Tamamen çıkarlara dayalı olan ilişkilerde tuttuğunu koparma mentalitesi diye bir lanet var. Öyle ki insan ilişkileri, kendine benzeyenlerin birbirine yabancılaştığı bir bataklığa dönüştü. Herkes konuşuyor ama kimse duymuyor; dostluklar, iki yalanın birbirine yaslanmasından ibaret. Sevmek bile, artık yalnızca kendini oyalamanın kirli bir yöntemi. İnsanın insana ağırlığı, taşınamaz bir lanet gibi çöktü omuzlara.
Dinlememenin ve dinlenmemenin verdiği üzüntü gün boyu yorgunluk bahanesi oluyor üstümüzde. Tek derdimiz monoton yaşam değil, kompleks anlaşılmazlık aslında.
Bu satırlarda küfür etmemem gerekiyor biliyorum... ama sansürlü bi şekilde yapabilirim!
Hatta sabah uyandığımda arkadaşıma bir cümle söylemiştim, şuraya da yazıyorum:
"Bu milleti topyekun silkelemek lazım."
Nereye kadar bu sıkıntı? Ha çare bulacaksan bağıra çağıra ağla, ağla da nereye kadar yapacaksın bunu?
Sözüm monotonluktan sıkılıp, diğer insanlara hayatı yaşanabilir kılanlara! Yav sen istediğin kadar bağır, sence ben seni ciddiye alıyor olabilir miyim?
İyice korkutucu bir hal almaya başladık. Sanki herkes, samimiyetten uzaklaşmaya yemin etmiş gibi, küstahça yalanlarını sıralayabiliyor. Kimin ne kadar sahte olduğunu anlamaya çalışmak, ya hissizleşene kadar kendini tüketmek ya da umursamamaya çalışarak herkesten uzaklaşmak arasında bir seçim yapmayı gerektiriyor.
Samimiyet, bir zamanlar kutsal bir ateşti; şimdi ise dillerde sönmüş bir kül. Göz göze gelmek, artık kimin daha usta yalan söylediğini ölçmekten ibaret.
Burası, bir komedi filmi değil ama herkes bir şekilde rolünü oynuyor. Nerede ne yapması gerektiğini bulmaya çalışan ve sırf bunun için koşuşturan insanlarız sadece. Ya daaa daha doğru bir tabirle, tasmasından kurtulmuş azgın köpekler gibiyiz.
Kime, nereye koşuyoruz? Hedef ne? Belki bir "gerçeklik" yaratma çabası… O kadar boş bir çaba ki, sonunda "gerçek" olmanın ne demek olduğunu unutuyoruz. Herkesin bildiği şeyler, kimseye anlamlı gelmiyor. Ama önemli olan, kendi yolunu bulmakmış gibi yapabilmek.
Biraz daha alaycı, biraz daha abartılı ama her şeyin farkında olduğumuzu düşündüğümüz bir yaşama tarzı. Kimse kimseyi gerçekten tanımıyor ama herkes birbirini “gerçekten” anlayacakmış gibi davranıyor. Hadi ama, hepimiz aynı masalın içinde sıkışıp kaldık. Çıkmak mı? O da ne? Çıkmayı başaran zaten kayboluyor.
Şu hayatta memur çocuğu olmak vardı be! Bu kadar sürünüyor olmazdık haa. Ailenin tatil günlerinde akşam yemeği için il falan değiştirirdik, falancanın davetine gidip bomboş laklak ederdik, başkaaa... oooo yeşil pasaportumuz olurdu olummm. Rahata düşkünlüğe alışık olmadığımız için yapamayız maaalesef.
Neyse, ben çöplükten geldim ve o yüzden yazar oldum. Bi arkadaş zamanında şey demişti:
"Kendine yazar diyorsun ama seni kim tescil etti?"
Yayımlanmış makalem... 2022 Felsefe olimpiyatı diploması... Blog hesabım....
Dalga mı geçiyorsun kardeşim? Beş parasız bi insan ya işsizdir ya da yazardır. Ben aklımın teriyle yazıyorum!
Hayat bizi daha ne maceralara sürükleyecek bilemiyorum ama bir daha da kimseye hesap verme derdinde değilim. Çaylar içilsin, götler sikilsin, ben yazmaya devam ediyorum. Kim ne derse desin, ben kendi yolumda ilerliyorum. Gerisi teferruat!
Hadi bakalım, relax olalım. Bu hayat kimseye uymaz, ama herkesin bir yolu var. Kimse kimseyi zorla anlamaz, o yüzden ben de diretmiyorum. Ben yazıyorum, sen de yaşamaya devam et. Kapatıp gidiyorum şimdi, başka bir zaman başka bir hikâye belki.
Yorumlar
Yorum Gönder